DAHA AYDINLIK BİR DÜNYA İÇİN ÇALIŞIYORUZ
ONLİNE BAĞIŞ

Yıldız – Afrika’da Çocuk Olmak

Afrika’da Çocuk Olmak konulu kompozisyon yarışmamızın birincisi :

YILDIZ

Şu dünyada bir garip kıtasın. Yağmıyor ki yağmur toprağın ıslansın. Kurumuş toprağın kurumuş gökyüzün. Hüznü çağrıştırıyor insanlarda adın. Sabahları heybeti ile doğarken güneşin, süsleniyor mu yıldızlarla gecelerin? Renkli sofralar kuruluyor mu ya da çamurlu suyundan başka içeceklerin oluyor mu? Çatlamış toprağına inat, insanların yüzünde çiçeklerin açıyor mu? Çocukların… En çok da çocukların gülüyor mu?

 ‘Gül’sün çocukların! Onlar gülümseyince; gözlerinin dibinden, kirpiklerinin ucundan gülüyorlar. Sanki topluyorlar bütün yıldızları gözlerine, kirpiklerinden kayıyor yıldızlar bakanın gözlerine. Dikkat edin; resimlerine bile bakarken ‘siyah inciler’ in her ne kadar dolsa da gözleriniz, dudaklarınız ve kulaklarınızın arasındaki mesafe kısalıyor. Çünkü yıldızlar kayıyor… Yoklukları yıldızlarından fazla ama! Değil üç öğün belki de kaynamıyor tencere üç gün. Bizler Ramazan-ı Şerif’te öğlene kadar oruç tuttururken evlatlarımıza, onlar her gün açlığın orucunu tutuyor ve oruçla dalıyor rüyalarına. En çok da yetimliğin, öksüzlüğün tadını biliyor. Hastalık kol geziyor etrafında, “Bana sıra ne zaman gelecek?” sorusu aklında. Bizler her sofrada kokusuyla doyuyoruz yemeklerimizin. Bazen yavrumuz seçiyor yemekleri de yüz çeviriyor tabaktan ya da istedikleri pişiyor özel olaraktan. Akşam… ’Kara zeytin’ im alışkın ya yokluğa, kıvrılıyor kenarda. Koku yok, seçmek yok, yüz çevirmek yok… Çeviriyorsa yüzünü duvara doğru, görülmesin diyedir gözünün yaşı. Eğer seçme şansı varsa; “Acaba bugün ne görsem rüyamda?” Minik ayağını kesiyorsa çatlağı toprağının, o mutluluğunu yaşıyor çamurlu suyuna vuslatının. Ot bitmiyor toprağında, aş pişmiyor tencerende. Görmedi papatyayı, koklamadı gülü. Bilmiyor ki etin tadını, içmiyor sütünü her gece. Sayılır minik gövdesinde kemikleri ince ince…

 Evim dediği karılmış çamurdan bir oda. Bastığı halısı toprak, yattığı yatağı toprak. Oynadığı oyuncak; bir kuru dal, bir parça taşlaşmış toprak. Afrika’da her şey kuru, Afrika’da her şey toprağın renginde. İnsanın teni, suyun tonu… Toza bulanmış ‘her gün giydiği’ kıyafeti. Ne biliyor parkı ne de gidiyor okula, boyamıyor gökkuşağını sayfalarına. Olmuyor süslü elbiseleri ya da renkli pabuçları. Yazıyor her gün yokluk kalemi ile hayat sınavını… Bayram da yok bayramlık da. Bilmiyor ki çikolatayı şekeri, bizim gibi çok yemekten bozulsun cildi. Hayatında gördüğü tek çikolata kendisi ve tüm şekerlerin en tatlısı… Hayallerimiz keyiflerimiz, hayalleri ihtiyaçları… Koyuyorum önüme dertlerimi, mızmızlandıklarımı; hiçbiri Afrika’da yok. Sahip oldukları ile yetinmesini, kum tanesi kadar şeylere mutlu olmasını, kırk yılda bir olana da şükretmesini biliyorlar. Bizler artık kaybederken umudumuzu kolayca, onlarda umut; hiç gelmeyene bile sahra çölü kadarca. Yetmiyor kelimeler anlatmaya yokluğunu da çocukluğunu da. Biliyorum ki biz daha yoksuluz. Umut yoksulu, yardımlaşma yoksulu… Sanki biz daha çocuğuz, avunmuyoruz sahip olduğumuz koca dünyamız ile. Nefis muhasebesinde en zararlı biz çıkıyoruz. Hep bir açık var şükürde, yetinmede… Kapatsak ya zararı yıldızlarla! O miniklerin koca gözlerine bir yıldız da biz koysak. Aslında bütün galaksiyi toplama gücü var da bizde, ah bir anlasak; nasıldır Afrika’da çocuk olmak?..

 Kara kıta diye anıyorlar seni. Yağmuru yağmayan, toprağı çatlayan, otu bitmeyen, aşı pişmeyen… Bunları seni hakir görmek için söylemiyorlar sakın alınma! Aksine; yetinebilmeyi,  şükretmeyi, ufacık şeyler ile mutlu olmayı hatırlattığın için teşekkür ediyorlar sana ve Bilal-i Habeşi (hz) rengindeki insanlarına. En çokta çocuklarına… Yıldızları olan ve kirpiklerinden insanlığa ulaştıran..

MAKBULE KANICI

Telif hakkı Diversity Farklılık Derneği’ne aittir.

PAYLAŞ: